Darülfünun’un lağvedilmesinin ardından yapılan üniversite reformuyla birlikte İstanbul Üniversitesi’nde Tıp, Fen, Edebiyat, Hukuk ve İktisat Fakülteleri kurulmuştur. Yeni üniversitenin eğitim kadrosundaki boşluğu doldurmak adına Hitler Almanya’sından kaçan yabancı profesörlerle görüşülerek Türk hükümeti ile Almanca konuşan bilim insanları arasında bir sözleşme imzalanmıştır. Kütüphanelerdeki bilimsel eser ihtiyacı sözleşmeye madde eklenerek giderilmeye çalışılmış, yeni alfabenin bilimsel anlamda kullanıldığı alan üniversite olmuş ve yabancı dillerden Türkçeye yapılan sözlü ve yazılı çeviri faaliyetleri başlamıştır. Türk akademisyenler, yabancı hocaların bilimsel eserlerini Türkçeye çevirmişlerdir. Öte yandan sağlanan sözlü çeviri desteği başlarda yerinde bir adım gibi görülse de, zamanla çeviriye ihtiyaç duyan Türk öğrenciler, yabancı hocalar ile bu desteği sağlayan Türk hocalar açısından birtakım engelleri de beraberinde getirmiştir. Yapılan tespitlerde yabancı hocaların öznel değerlendirmelerine de yer verilmiştir. Böylelikle alaylı diye nitelenen tercümanlara yönelik bakış açıları ele alınmıştır. Çeviribilim ve çeviri tarihi alanlarında yürütülen bu çalışmanın diğer çalışmalara katkı yapması umularak söz konusu literatürü zenginleştirmesi de hedefler arasındadır.
After the abolition of Darülfünun, with the university reform, the faculties of Medicine, Science, Literature, Law and Economics were established at the University of Istanbul. By discussing with foreign professors fleeing Hitler’s Germany, a contract was signed between the Turkish government and German-speaking scientists in order to fill a gap in the teaching staff of the new university. The need for scientific works in the libraries was tried to be fulfilled by adding an article to the contract, the field where the new alphabet was used in the scientific sense was the university and the activities of oral and written translation from foreign languages into Turkish started. Turkish scholars translated the scientific works of foreign scholars into Turkish. Although oral translation support seemed like a pertinent step at the beginning, it resulted in some obstacles over time in terms of foreign scholars and Turkish students who needed translation and Turkish scholars who provided this support. Subjective evaluations of German speaking scientists were also included in the findings of this research. Thus, the perspectives towards the ones described as lay interpreters were discussed. It is also among the objectives that this study carried out in the fields of translation studies and translation history will enrich the related literature, hoping to contribute to similar studies.